Yaşlanmış boynuna inci kolye takman,
Yarana tuz yerine şeker basmak.
Geçmez.
Şeker basılan yaralar daha çabuk iyileşmez.
Zamana bırakmak mutlak güzel bir şey.
Kaldıysa.
Cenazelerde ağlayıp, düğünlerde oynuyorsun.
Tutamayacağın sözler verip,
Panjurlarını kapatıyorsun sonra izbe evinin.
Hangi mevsimdeyiz sanki,
Biliyor musun?
Ellerinin canı kesildi.
Çalamıyorsun zilleri.
Kimse çalamıyorsa,
Kapıları tıklatmak daha iyi.
Tık.
Tık.
Tık.
Mors alfabesini bilsen,
Belki anlarsın gece 12 ile 3 arası yankılanan tokmak seslerini.
Ne iyi ettiniz de geldiniz!
Cuma günlerini garipsiyorsun, hayret doğrusu!
Ayyuka çıkıyor yalnızlıkların.
Hurma ağacının varlığı ısıtıyor seni- bahçedeki.
Sadece cumaları tarıyorsun beyaz saçlarını:
'Dünya yanar, deli taranır.'
Kendi koynuna okuduğun duaların kelimesiz.
Kelimeler teferruat.
Gözlerini evin tavanına dikip,
Sanki gökyüzüne bakıyorsun.
Gökyüzüne bakmak için biraz geç değil mi?
Arama tavanda,
Değil tavanda cennet.
Titreyen parmaklarına inci yüzük takman,
'Zamanınız varsa beni dinleyiniz.' demenin suskuncası.
Kimse,
Dinlemez.
Sunday 28 December 2014
Saturday 20 December 2014
Sanıyorum
Dünyanın en az nüfuslu ülkesinde yaşıyoruz kafamın
içinde:
Bir ben,
Bir de
Korkak kediler korosu.
Kaybolan yeşil küpeme ağıtlar yakıyorum.
Sahi,
Hiç görmediniz mi?
Hiç görmediniz mi sahi?
Görmüşler.
Tüm deliler.
Sabahları.
Dünyanın tüm delileri selam verir bana.
Sabahları.
Tanırlar sesimi,
Üstünkörü söylediğim şarkılardan.
Ellerimi yaktım,
Yaktım ellerimi:
Öyle sanıyorum.
‘Bitti’ diye bağırdı,
Yedi düvel, yetmiş iki buçuk millet insan.
Bitti,
Bitti sanıyorum.
Görebilmek için kendimi,
Sigara kokan iskambil kâğıtlarıyla fal bakıyorum,
-Mahalledeki
çay ocağında.
Herkesin adı okundu,
Yok benimki,
Benimki yok.
Yok sanıyorum.
Annem nazar duası okuyor,
Anne!
Benim için öpsene ellerini!
Öpersen geçer,
Geçer öpersen,
Geçer sanıyorum.
Öp de geçsin anne.
Anne.
Öp.
Biliyorsun,
İki dirhem bir çekirdek olmayı ben seçmedim.
Ben istemedim olduğumdan uzun görünmeyi.
Sağır ve dilsiz olmayı yeğlediğim olmadı mı sanki?
En çok da boyum uzunken konuşamamayı.
Boyum uzun değil.
Ben uzatıyorum,
Uzuyor sanıyorum.
Uzamıyor.
Yalnızken hep kısayım oysa.
Siz gelince uzun oluyorum.
En çok da,
Annemin elinde kısa.
Kısa kalıyorum.
Annem nazar duası okuyor,
Mavi dualar ak dualar.
Ben gözlerimi yumuyorum.
Dertop oluyorum.
Anne!
Benim için öpsene ellerini!
Öpersen geçer,
Geçer öpersen,
Geçer sanıyorum.
Topuklu ayakkabılar ve iskambil kâğıtları:
-Geçmiyor.
Wednesday 17 December 2014
Zift
Kuzinede ekmek pişirin kadınların
Alafranga hayaller kurabileceğini anlıyorum da,
Salya sümük bir dram filminde,
Acıyla edilen bir küfre gülen insanları anlayamıyorum.
Lirik olmamak
Matrak bir şey aslında.
'Ziftin peki' desen de gülerler,
'Şeker kaymak' desen de.
İnsanlar hep gülerler.
Bir de komşumuzun adı Güler,
O hiç gülmez.
Lekelenmiş,
Eskimiş,
Küçülmüş elbisen yoksa,
Kardeşi olan insanları anlayamazsın.
Kendi gözümün önünde
İstasyona gidiyorum,
Trenler benim peşimde,
Trenler beni takip ediyor.
İnsanlar bazen geçmişte yaşarlar.
Kadınlar yaşamaz.
Değil mi ki kadınsın
Değil mi ki gülüyorsun,
Yaşamak
Bazen
Yaşamamak.
Alafranga hayaller kurabileceğini anlıyorum da,
Salya sümük bir dram filminde,
Acıyla edilen bir küfre gülen insanları anlayamıyorum.
Lirik olmamak
Matrak bir şey aslında.
'Ziftin peki' desen de gülerler,
'Şeker kaymak' desen de.
İnsanlar hep gülerler.
Bir de komşumuzun adı Güler,
O hiç gülmez.
Lekelenmiş,
Eskimiş,
Küçülmüş elbisen yoksa,
Kardeşi olan insanları anlayamazsın.
Kendi gözümün önünde
İstasyona gidiyorum,
Trenler benim peşimde,
Trenler beni takip ediyor.
İnsanlar bazen geçmişte yaşarlar.
Kadınlar yaşamaz.
Değil mi ki kadınsın
Değil mi ki gülüyorsun,
Yaşamak
Bazen
Yaşamamak.
Friday 12 December 2014
Poseidon
Bugün affetme bahçemde,
Devrimci marşları,
İlahiler,
Operetler.
Üstelik,
Kasımpatılar da büyüyor,
Bu kadar normallik sinir bozucu.
Tütün sarısı parmaklarım olduğunda,
Muhtemelen 58 yaşında olacağım.
Ve mutfaktaki bal kavanozu kadar yalnız.
Boşluğa sadece,
Orta yaşlılar mı düğüm atar?
Etrafımda her zaman,
Kadifeden evler ve taştan kalpler.
İsterseniz yarın,
Çığlık sesli kadınlarımla tanışabilirsiniz.
Duvarıma astığım fil resimlerini gördüyseniz,
Hiçbir şeyi unutmadığımı da bilirsiniz.
Sol gözümden uçan kağıt kanatlı kuşlar,
Gelip sağ gözüme konuyor,
Sağ salim havalanıyorum.
Ama bu münferit uçuşların da bir bildiği var.
Histeriye kapılmak için çok geç kaldım:
Tüm çocuklar susamış bak!
Hepsi,
İçimdeki gölgelerde dinlensinler.
Poseidon yüzme bildiğimi bilseydi,
Daha hızlı vururdu yabasını yere.
Şimdi,
Olmayan tüm depremler için,
Bana teşekkür ediniz.
Devrimci marşları,
İlahiler,
Operetler.
Üstelik,
Kasımpatılar da büyüyor,
Bu kadar normallik sinir bozucu.
Tütün sarısı parmaklarım olduğunda,
Muhtemelen 58 yaşında olacağım.
Ve mutfaktaki bal kavanozu kadar yalnız.
Boşluğa sadece,
Orta yaşlılar mı düğüm atar?
Etrafımda her zaman,
Kadifeden evler ve taştan kalpler.
İsterseniz yarın,
Çığlık sesli kadınlarımla tanışabilirsiniz.
Duvarıma astığım fil resimlerini gördüyseniz,
Hiçbir şeyi unutmadığımı da bilirsiniz.
Sol gözümden uçan kağıt kanatlı kuşlar,
Gelip sağ gözüme konuyor,
Sağ salim havalanıyorum.
Ama bu münferit uçuşların da bir bildiği var.
Histeriye kapılmak için çok geç kaldım:
Tüm çocuklar susamış bak!
Hepsi,
İçimdeki gölgelerde dinlensinler.
Poseidon yüzme bildiğimi bilseydi,
Daha hızlı vururdu yabasını yere.
Şimdi,
Olmayan tüm depremler için,
Bana teşekkür ediniz.
Monday 8 December 2014
Nokta
Kronik görmezden gelme
sendromuna yakalansam,
Mutluluktan öleceğimi sanıyorum.
Hafızasızlık
En büyük erdem değil mi?
Fakat beni en çok
Zeytin ağaçlarının gölgesi üzüyor.
Bakıp da
Görmemenin
Cesaret isteyeceği gölgeler.
Kendimle aramdaki bu danışıklı dövüşü bir fark etseler, Zulamdaki en koyu yakutları çıkarırım elbet.
Hafızasızlık
En büyük erdem değil mi?
Fakat beni en çok
Zeytin ağaçlarının gölgesi üzüyor.
Bakıp da
Görmemenin
Cesaret isteyeceği gölgeler.
Kendimle aramdaki bu danışıklı dövüşü bir fark etseler, Zulamdaki en koyu yakutları çıkarırım elbet.
Bu yağmurlar,
Yeşertemiyor
En koyu sarıları bile.
Yağsalar da,
Yağmasalar da,
Yazın yürünen ama kışın zor gelen yollardan geçtim.
Perdelerimin arkasında hep
Okunmayı bekleyen kitaplar var.
Eski kafalı bir kadın
olmak
Şüphesiz benim seçimim.
Tam karşıya geçecekken,
Kalbim kırıldı.
Ah,
Keşke o kırmızı
ışıkta beklemeseydim.
Bazı geceler kendi
içime çekilince,
Unutuyorum adımın baş
harfini.
Ben de elimde
mürekkebim,
Nokta koyuyorum her
yere,
Ki geri gelsin sesli ve sessiz harfler.
Noktaladım her cümlemi
Noktalarım tükendi
Noktasızım
Adsızım.
-En çok da,
Kırmızı ışıkta beklemek üzüyor beni.
-En çok da,
Kırmızı ışıkta beklemek üzüyor beni.
.
Wednesday 3 December 2014
Feza
Uzayda hayat yok
tatlım.
Dünyada var demek ise
delilik.
Üç gündür
yaşadıklarım, yaşayacaklarımın teminatı ise,
Otuz yaşımı
göremeyeceğime kanaat getirmek akıllıca bir iş.
Yirmi bilmem kaç
yaşındayım.
Olmak isteyip de
olamadıklarım beynimin içinde raks ediyor.
Karıştıracaksanız,
İşte kafam burada.
Vira bismillah deyip,
Kuyumu
kazabilirsiniz.
Beni sorarsanız,
Ben birazcık Plüton.
Önce vardım.
Sonra yoksun dediniz,
Daha sonra yine
Varmışmışım.
Bu kısır döngüyü,
Siz kendiniz
sevdiniz.
Dünya da
dönmüyorduysa,
Kaldırımın kenarından
yola savrulmalarım neden?
Yolun ortasında
kaldım,
Ve anladım:
Bulutlar aslında cetvelle
çizilmiş,
Makasla kesilmiş.
Yarın kayan bir yıldız görürsem,
İğneyle ipliği siz getiriniz.
Nefesimi birazcık tutabilseydim,
Alıkoyabilirdim
Küçük Prens'i gezegen gezegen gezmekten.
Koyunun otu yeyip yemediğini,
Hepiniz merak ettiniz.
Yarın kayan bir yıldız görürsem,
İğneyle ipliği siz getiriniz.
Nefesimi birazcık tutabilseydim,
Alıkoyabilirdim
Küçük Prens'i gezegen gezegen gezmekten.
Koyunun otu yeyip yemediğini,
Hepiniz merak ettiniz.
Monday 1 December 2014
Vincent
Van Gogh olmak,
Sadece sarı renk sevmek demek olsaydı,
Yağmura dokunmak için elimi pencereden dışarı çıkarmazdım hiç.
Babaanne evi kokusu duyuyorum yağmurlarda arada bir,
Yağmurlar sarı ve,
Delilik var kesik kulaklarında.
Sustum sustum altın olmadı.
Konuştum,
Ağzımda yaşayan güvercinler terk etti ses tellerimi.
Ben artık bir zürafayım.
Ataerkil düşüncelerinizi kendinize saklayınız beyefendi!
Tıynetsiz lakırdılar etmeyiniz!
Ben de biliyorum zevzekliğin asabi bir alışkanlık olduğunu!
Asabiyetinize ise bir bardak papatya çayı iyi gelebilir.
Yatmadan evvel içiniz.
Yağmurlar diyorum beyefendi!
Altınlar diyorum
- yok ağzımda.
Zevzekliğiniz diyorum,
-sırf lakırdı,
Papatya dediğim de zaten,
Ortası açık sarı.
Sadece sarı renk sevmek demek olsaydı,
Yağmura dokunmak için elimi pencereden dışarı çıkarmazdım hiç.
Babaanne evi kokusu duyuyorum yağmurlarda arada bir,
Yağmurlar sarı ve,
Delilik var kesik kulaklarında.
Sustum sustum altın olmadı.
Konuştum,
Ağzımda yaşayan güvercinler terk etti ses tellerimi.
Ben artık bir zürafayım.
Ataerkil düşüncelerinizi kendinize saklayınız beyefendi!
Tıynetsiz lakırdılar etmeyiniz!
Ben de biliyorum zevzekliğin asabi bir alışkanlık olduğunu!
Asabiyetinize ise bir bardak papatya çayı iyi gelebilir.
Yatmadan evvel içiniz.
Yağmurlar diyorum beyefendi!
Altınlar diyorum
- yok ağzımda.
Zevzekliğiniz diyorum,
-sırf lakırdı,
Papatya dediğim de zaten,
Ortası açık sarı.
Thursday 27 November 2014
12
Ekim'den Mart'a buraları seveceğimi umarken,
Kendi külahıma şiirler okuyordum.
Soğutamıyordum yüreğimi eksi bilmem kaçlarda bile.
Çocukların bilip,
Annelerin bilmediği zımbırtıları bilirim ben.
Meramımı anlatmak adına,
Olmam gereken şeylerden yoruldum derim.
Ah o Nisan-Mayıs yok mu!
Baharın geldiğine üzülmüyordum.
Bilakis çıkıp yürüyordum azıcık yeşil gördüm mü.
Çimlere basmayıp,
Otlara basanlardanım.
Bitaneciğim Haziran.
Şimdilik doğmuşum.
Ne kadar idare ederbilirsen beni,
Bil ki o kadar mum üflerim.
Temmuz-Ağustos güneşle barışacağımı umarken,
Kendi dirayetsizliklerime şaşıyordum.
Yerimde olsam,
Beni sevmezdim.
Aç şu perdeleri de,
Koltukların yüzü eskisin.
Bir Eylül kaldı boynu bükük,
Şüphesiz,
Eylül'e söylenmiş şarkıları,
Ben de dinledim.
Kendi külahıma şiirler okuyordum.
Soğutamıyordum yüreğimi eksi bilmem kaçlarda bile.
Çocukların bilip,
Annelerin bilmediği zımbırtıları bilirim ben.
Meramımı anlatmak adına,
Olmam gereken şeylerden yoruldum derim.
Ah o Nisan-Mayıs yok mu!
Baharın geldiğine üzülmüyordum.
Bilakis çıkıp yürüyordum azıcık yeşil gördüm mü.
Çimlere basmayıp,
Otlara basanlardanım.
Bitaneciğim Haziran.
Şimdilik doğmuşum.
Ne kadar idare ederbilirsen beni,
Bil ki o kadar mum üflerim.
Temmuz-Ağustos güneşle barışacağımı umarken,
Kendi dirayetsizliklerime şaşıyordum.
Yerimde olsam,
Beni sevmezdim.
Aç şu perdeleri de,
Koltukların yüzü eskisin.
Bir Eylül kaldı boynu bükük,
Şüphesiz,
Eylül'e söylenmiş şarkıları,
Ben de dinledim.
Sunday 16 November 2014
Masa
Üstünde rakı içilen masalar hakkında çok şey söyleyebilir balıklar elbet.
Ve balıkların kurduğu 'Ankara'lı cümlelerin içinde 'kasvet' vardır hep biraz.
Büyük bir açmaz bu.
Oysa ben gökyüzüne uzanıyordum dün sere serpe,
Kar helvası yediriyordum çocukluğuma soba-başı,
Sekteye uğratıyordum gelmişi ve dahi geçmişi,
Mutad ziyaretlerde bulunuyordum budalalıklarıma.
Ama balıklar dedim ya,
Bu budalalıklara hiç aşina değil.
Üstünde sigara içilen masalar hakkında çok şey söyleyebilir anneler elbet.
Ve annelerin kurduğu 'Sakın! 'lı cümlelerin içinde hasret vardır hep biraz.
Büyük bir çıkmaz bu.
Oysa ben çiçek yetiştiriyorum bugün sigara dumanlarında.
Gri papatyalar asıyorum odamın beyaz tavanına.
Bizatihi kaçıyorum pencere aralıklarından.
Koşuyorum vasıfsız ah-vahlarıma.
Ama sigaralar dedim ya,
Bu küllüklere hiç yabancı değil.
Üstünde mektup yazılan masalar eğer hala varsa,
Ben aslında,
Yarın,
Yokluk çekeceğim sana doğru.
Ve balıkların kurduğu 'Ankara'lı cümlelerin içinde 'kasvet' vardır hep biraz.
Büyük bir açmaz bu.
Oysa ben gökyüzüne uzanıyordum dün sere serpe,
Kar helvası yediriyordum çocukluğuma soba-başı,
Sekteye uğratıyordum gelmişi ve dahi geçmişi,
Mutad ziyaretlerde bulunuyordum budalalıklarıma.
Ama balıklar dedim ya,
Bu budalalıklara hiç aşina değil.
Üstünde sigara içilen masalar hakkında çok şey söyleyebilir anneler elbet.
Ve annelerin kurduğu 'Sakın! 'lı cümlelerin içinde hasret vardır hep biraz.
Büyük bir çıkmaz bu.
Oysa ben çiçek yetiştiriyorum bugün sigara dumanlarında.
Gri papatyalar asıyorum odamın beyaz tavanına.
Bizatihi kaçıyorum pencere aralıklarından.
Koşuyorum vasıfsız ah-vahlarıma.
Ama sigaralar dedim ya,
Bu küllüklere hiç yabancı değil.
Üstünde mektup yazılan masalar eğer hala varsa,
Ben aslında,
Yarın,
Yokluk çekeceğim sana doğru.
Sunday 12 October 2014
Böyle
Bu daima böyledir.
Ne zaman güzel hissetsen,
Taammüden güneş öldürmekle yargılanırsın.
Nefislerine can düşmanlarıymış gibi davranmaklarda ne buluyorlar?
Ama ben,
Yine,
Kafamın tasını attırmayı başaracağım.
Yerde dağılmış mücevherler tahviller,
Daha ne kaldı der gibi bakacağım.
Aslında bunların alayı geldiği gibi gider,
Bir tek
Halı kalır.
Bu daima böyledir.
Ne zaman güzel hissetsen,
Taammüden güneş öldürmekle yargılanırsın.
Nefislerine can düşmanlarıymış gibi davranmaklarda ne buluyorlar?
Ama ben,
Yine,
Kafamın tasını attırmayı başaracağım.
Yerde dağılmış mücevherler tahviller,
Daha ne kaldı der gibi bakacağım.
Aslında bunların alayı geldiği gibi gider,
Bir tek
Halı kalır.
Bu daima böyledir.
Tuesday 30 September 2014
Zahide
Islak masalar,
Sandalyeler geçtim ıslak,
Palas pandıras yürüdüm mevsimlerce.
Lakin,
Sandalyenin sadece bir sandalye olmadığını anlamam bir ekinoks günüdür:
Amennaların sirayet ettiği sandalyeler,
İnsan kokusu sinmiş sandalyeler.
Otursam vakur,
Oturmasam yalnızmışım meğer.
Misal masa deseydim,
Sığ konuşmuş olurdum,
Zira,
Masa,
Her halükarda bir masadır.
Sandalyeler geçtim ıslak,
Palas pandıras yürüdüm mevsimlerce.
Lakin,
Sandalyenin sadece bir sandalye olmadığını anlamam bir ekinoks günüdür:
Amennaların sirayet ettiği sandalyeler,
İnsan kokusu sinmiş sandalyeler.
Otursam vakur,
Oturmasam yalnızmışım meğer.
Misal masa deseydim,
Sığ konuşmuş olurdum,
Zira,
Masa,
Her halükarda bir masadır.
Saturday 20 September 2014
Ve
Ve bitiyor son yaz.
Bu zamanlarda kutsal bir şey yok.
Düstursuz ve gıyaben korkulan karanlıkların yüzüme vurması,
Tragedyalardan çiçekler yetiştirmek sanki ve biraz.
Ve bir gün omzuma Fikret Mualla oturur.
Marazi düşünceler vurur yanaklarıma.
Gözleriyle,
Bana,
Sahaf kokusu yayar yeni yetme bir günah ve.
Son zamanlarda kutsal bir şey yok mu sanki biraz?
Ve daha sonraları da bitiyor son yaz.
Homurdanarak geçtiğim yollar ne kalabalık!
Bitimsiz bir gaflet anı kaçtı gözüme:
Hırpani kılıklı siz pek sevgili şairler,
Gelin sulayın kaktüslerimi, görsün gözlerim ve
Payesine ulaşırız kutsal şeylerin belki biraz.
Friday 19 September 2014
Tuesday 2 September 2014
Zırva
Latince anlamaya çalışır gibi dikkatle zırvalıyorum.
Kafamda milyonlarca insan,
Birçoğununki sanki daha ziyade,
Birer balgam söktürücü ismi.
Tınısı yok.
Manası yok.
Duramıyorum.
Tükürüyorum.
Bu kuruntular bana nereden geldi bilmem.
Dün?
Bugün?
Yarın?
Pimpirikliğimi dahi artık kanıksıyorum da,
Evde insandan başka bir canlının yaşayabilme ihtimalini anlayamıyorum.
Farklı bir nefes.
Farklı.
Pısırık değilsin diyorlar,
Belki de,
Kedilere dair duyduğum safsatalardır beni bozum eden.
Sanrılı hayvanlarmış kediler.
Kinciymişler.
Hayır.
Yok!
Ben krapon kağıtlarımla mutluyum:
Birinci sınıfta yaptığım kedi merdivenlerimle.
Kediler geçmişe doğru merdiven çıkarlarken güzel.
Kafamda milyonlarca insan,
Birçoğununki sanki daha ziyade,
Birer balgam söktürücü ismi.
Tınısı yok.
Manası yok.
Duramıyorum.
Tükürüyorum.
Bu kuruntular bana nereden geldi bilmem.
Dün?
Bugün?
Yarın?
Pimpirikliğimi dahi artık kanıksıyorum da,
Evde insandan başka bir canlının yaşayabilme ihtimalini anlayamıyorum.
Farklı bir nefes.
Farklı.
Pısırık değilsin diyorlar,
Belki de,
Kedilere dair duyduğum safsatalardır beni bozum eden.
Sanrılı hayvanlarmış kediler.
Kinciymişler.
Hayır.
Yok!
Ben krapon kağıtlarımla mutluyum:
Birinci sınıfta yaptığım kedi merdivenlerimle.
Kediler geçmişe doğru merdiven çıkarlarken güzel.
Monday 25 August 2014
Bulantılar
Gökyüzündeki gemileri görebilmek adına,
Kambur oturmuyorum artık tekli koltuğumda.
Ve kafam güzelleşmiyor nicedir,
İçimi ve dışımı çiçeklerle çocuklarla dolduruyorum:
Kusmak üzereyim.
Cebimde her daim bir avuç susamın ve bir kalemin olması,
Bir parça beleş deniz bulma konusundaki ısrarımdan değil de nedir?
Ölmeyeyim istiyorum bu kez velhasıl,
Geceleri yatmadan evvel bir saniyelik danslar edeyazıyorum:
Kusmak üzereyim.
Böyle havalarda, böyle bir ruhla yaşamak,
Bi zatihi kahve telvesi idiyse de ,
Üstesinden gelinmeyecek bir şey değil diyor birileri.
Kalbimden geçenleri bir bir yutuyorum:
Kusmak üzereyim.
Ben yürüdükçe geri geri gidiyor adımlarım-kendi evimde.
Bu saatten sonra gideceğim tek yer dünyasız bir uzay.
Uzatma n'olur! Geceleri dışarı çıkanlar evlerinde uyumazlar!
Gelmediklerinde senin, ben yastıksız uyuyorum:
Kusmak üzereyim.
Kambur oturmuyorum artık tekli koltuğumda.
Ve kafam güzelleşmiyor nicedir,
İçimi ve dışımı çiçeklerle çocuklarla dolduruyorum:
Kusmak üzereyim.
Cebimde her daim bir avuç susamın ve bir kalemin olması,
Bir parça beleş deniz bulma konusundaki ısrarımdan değil de nedir?
Ölmeyeyim istiyorum bu kez velhasıl,
Geceleri yatmadan evvel bir saniyelik danslar edeyazıyorum:
Kusmak üzereyim.
Böyle havalarda, böyle bir ruhla yaşamak,
Bi zatihi kahve telvesi idiyse de ,
Üstesinden gelinmeyecek bir şey değil diyor birileri.
Kalbimden geçenleri bir bir yutuyorum:
Kusmak üzereyim.
Ben yürüdükçe geri geri gidiyor adımlarım-kendi evimde.
Bu saatten sonra gideceğim tek yer dünyasız bir uzay.
Uzatma n'olur! Geceleri dışarı çıkanlar evlerinde uyumazlar!
Gelmediklerinde senin, ben yastıksız uyuyorum:
Kusmak üzereyim.
Friday 4 July 2014
Afaki
Mesela benim arp çalmam,
Senin ıslığını tutabilmen gibi bir şey.
Bir de tren yolları boyunca başımı cama yaslamam diyorsun!
...
Ben küçük bir şehirde mor devletler kuruyorum,
Sen bana umursamazca Venüs'ten bahsediyorsun.
...
Ki Venüs Zühre idiyse eğer,
Ben de bir o kadar kadınım ve bir o kadar kırmızı.
...
Başka kimin var senden bu kadar uzak ve sana bu kadar yakın?
Başka kimin var senin için çarpan kapıları?
...
Dururkalkardururkalkar arada gelen sıra sıra giden küfürleri ağzımın,
Ve uyumazlar aklımın yatağında hiç duyduğumda seslerini bile.
...
Bugünlerde çok ağladığımı söylüyorlar,
Aslında ağladıklarım güneşsizliğin sarartıları.
Bir kuş geliyor,
İçimi delip geçiyor,
Bense kanatsızlıktan muzdarip.
...
Şimdi desem ki ah bu kez öleyazdırdı beni bu son yağmurlar,
Yine de kırar mısın şemsiyelerini tüm seyyar satıcıların?
...
Birden bakıyorum gökyüzüne buradan,
Mavi.
Bir de seninle bakıyordumsa,
Daha mavi.
Senin ıslığını tutabilmen gibi bir şey.
Bir de tren yolları boyunca başımı cama yaslamam diyorsun!
...
Ben küçük bir şehirde mor devletler kuruyorum,
Sen bana umursamazca Venüs'ten bahsediyorsun.
...
Ki Venüs Zühre idiyse eğer,
Ben de bir o kadar kadınım ve bir o kadar kırmızı.
...
Başka kimin var senden bu kadar uzak ve sana bu kadar yakın?
Başka kimin var senin için çarpan kapıları?
...
Dururkalkardururkalkar arada gelen sıra sıra giden küfürleri ağzımın,
Ve uyumazlar aklımın yatağında hiç duyduğumda seslerini bile.
...
Bugünlerde çok ağladığımı söylüyorlar,
Aslında ağladıklarım güneşsizliğin sarartıları.
Bir kuş geliyor,
İçimi delip geçiyor,
Bense kanatsızlıktan muzdarip.
...
Şimdi desem ki ah bu kez öleyazdırdı beni bu son yağmurlar,
Yine de kırar mısın şemsiyelerini tüm seyyar satıcıların?
...
Birden bakıyorum gökyüzüne buradan,
Mavi.
Bir de seninle bakıyordumsa,
Daha mavi.
Tuesday 1 July 2014
Ademoğlu
Sıradan bir otobüs durağı günü.
Sıradan bir yolcu.
Yolcu bir ademoğlu.
Yolcu bir baba-ademoğlu.
Diyelim ki içi çıtkırıldım, dışı hayhuy,
Diyelim ki içi delişmen, dışı tüysiklet.
Elindeki ücretsiz biniş kartını evirip çeviriyor durmadan,
Durakta, durmadan,
Çeviriyor durmadan.
Otobüsün gelmesine ramak kala,
Çorabından mendilini çıkarıp,
Terlemiş ensesine koyuyor,
Küçükken terli sırtına havlu koyan anacığını anımsıyor.
Durak kalabalık.
Baba-ademoğlu ayakta.
Gençler ellerinde sigara,
Beis görmeksizin oturuyor.
Derken bir uğultu bir telaş,
Geçip gidiyor seksen model otobüs.
Baba-ademoğlu sunturlu bir küfür savursa da,
Şoför duymaya kani mi?
Çil yavrusu gibi dağılıyor insanlar.
Belli ki başka bir yolunu bulacaklar.
Baba-ademoğlu hala durakta,
Elinde ücretsiz biniş kartı,
Evirip çeviriyor durmadan,
Durakta, durmadan,
Çeviriyor durmadan.
Bir sonraki otobüs yirmi dakika sonra.
Eskiden olsa yürürdü baba-ademoğlu.
Ama o meşum iş kazası olalı,
Sakat kaldı, biçare.
Emekli oldu malulen,
Nefes alıyor asgari ücrete tabii,
Ha bir de biniş kartı var-ücretsiz verilen.
Baba-ademoğlu memnun halinden,
Basmasa da ayağı,yaşayıp gidiyor.
İçinde büyükçe bir minnet silsilesi,
Patronuna her daim dua ediyor.
Sıradan bir yolcu.
Yolcu bir ademoğlu.
Yolcu bir baba-ademoğlu.
Diyelim ki içi çıtkırıldım, dışı hayhuy,
Diyelim ki içi delişmen, dışı tüysiklet.
Elindeki ücretsiz biniş kartını evirip çeviriyor durmadan,
Durakta, durmadan,
Çeviriyor durmadan.
Otobüsün gelmesine ramak kala,
Çorabından mendilini çıkarıp,
Terlemiş ensesine koyuyor,
Küçükken terli sırtına havlu koyan anacığını anımsıyor.
Durak kalabalık.
Baba-ademoğlu ayakta.
Gençler ellerinde sigara,
Beis görmeksizin oturuyor.
Derken bir uğultu bir telaş,
Geçip gidiyor seksen model otobüs.
Baba-ademoğlu sunturlu bir küfür savursa da,
Şoför duymaya kani mi?
Çil yavrusu gibi dağılıyor insanlar.
Belli ki başka bir yolunu bulacaklar.
Baba-ademoğlu hala durakta,
Elinde ücretsiz biniş kartı,
Evirip çeviriyor durmadan,
Durakta, durmadan,
Çeviriyor durmadan.
Bir sonraki otobüs yirmi dakika sonra.
Eskiden olsa yürürdü baba-ademoğlu.
Ama o meşum iş kazası olalı,
Sakat kaldı, biçare.
Emekli oldu malulen,
Nefes alıyor asgari ücrete tabii,
Ha bir de biniş kartı var-ücretsiz verilen.
Baba-ademoğlu memnun halinden,
Basmasa da ayağı,yaşayıp gidiyor.
İçinde büyükçe bir minnet silsilesi,
Patronuna her daim dua ediyor.
Friday 6 June 2014
Çay
Çay
içmeyi sever misiniz? Ben hiç sevmem...Nedenini daha çözemedim ama anlamam
yakındır.Şekerli içtim olmadı, şeker katmadım olmadı,yanına limon kestiom
olmadı,karanfille denedim olmadı...Sevemedim meredi ama nedense inatla içmeye
çalışırım. Belki de gittiğim kafelerde en ucuzu 'o' diye zorluyorumdur
kendimi,kimbilir?Bazen de yalnız kalınca, kendimi düşüncelere dalmış
bulunca;elimde bir fincan çay olsa ne güzel olur diye geçiririm içimden.Odamın
perdesi sonuna kadar açık, koltuğum beş para etmeyen manzaraya
dönmüş,fonda Zuhal Olcay ve elimde dumanı tüten çay...Ağlamakla ağlamamak
arasında gidip gelirken ben, çaydan keyif alamamanın verdiği sıkıntı baskın
gelir. Unutuveririm hayata dair olup bitenleri.Gözümü fincanıma dikerim,bakarım
uzun uzun.Düşünürüm acaba kahve içsem yine aynı şeyleri mi düşünürdüm
diye.Sanırım çok farklı olurdu içimde geçenler.Belki Zuhal Olcay ile daha iyi
giderdi kahvenin o içime işleyen kokusu.Belki de ağlamak ve ağlamamak
ikileminden ağlamayı seçerdim kahve içerken.Ya da betonlarca apartman manzarası
olan odam bir başka gözükürdü gözüme. En azından fal kapatırdım içtikten sonra,
eğlendirirdim somurtan düşüncelerimi.Ama şuan çay içiyorum.Kahve uykumu
kaçırıyor,uyuyamıyorum! 03.01.09 saat 02:15
Friday 30 May 2014
Agatha
Merhaba Agatha,
Merhaba olmayan kız kardeşim.
Muadilini bulamadım isminin,
Ben sana yine de Agatha diyeceğim.
Nasılsın görüşmeyeli?
Korkuyor musun hala aynalara bakmaklardan?
Ya da palazlanıp aşık olmaklardan?
Oysa biliyorsun ki,
Biz ikimiz yan yana gelince çok güçlü oluyoruz.
Yağmurdan sonra gelen toprak kokusunu duyuyoruz.
Kapılarımızı üzerimize kilitleyip,
Yataklarımızın sıcaklığına çekiliyoruz.
Bedbin kalıyor yanımızda yalnızlıklar,
'M' ile başlayan ayları sevmiyoruz.
-Mart'ta kar, Mayıs'ta yağmur yağar.-
Canım Agatha'm,
Sabah bindiğim vapur biraz başımı döndürdü.
Gözlerini iri iri açtığını görür gibiyim,
Bunu için ağlama sakın!
Ya da ağlamak istiyorsan ağla,
Bunun için sana çatacak değilim!
Ağlarsan muhakkak bilirim ki biz seninle mektup yazanlardanız.
Ama mektuplarımızı yakmaya çalışıyorlar, bu belli.
Sakla kalemini,
Uçup gitmesin,
Birbirine benzeyen ve benzemeyen tüm noktalama işaretleri.
Bir tanecik Agatha'm,
Dün satır aralarında gördüm nesrimin seni,
Zaten orada bulmak üzere kaybetmemiş miydim seni?
Merhaba olmayan kız kardeşim.
Muadilini bulamadım isminin,
Ben sana yine de Agatha diyeceğim.
Nasılsın görüşmeyeli?
Korkuyor musun hala aynalara bakmaklardan?
Ya da palazlanıp aşık olmaklardan?
Oysa biliyorsun ki,
Biz ikimiz yan yana gelince çok güçlü oluyoruz.
Yağmurdan sonra gelen toprak kokusunu duyuyoruz.
Kapılarımızı üzerimize kilitleyip,
Yataklarımızın sıcaklığına çekiliyoruz.
Bedbin kalıyor yanımızda yalnızlıklar,
'M' ile başlayan ayları sevmiyoruz.
-Mart'ta kar, Mayıs'ta yağmur yağar.-
Canım Agatha'm,
Sabah bindiğim vapur biraz başımı döndürdü.
Gözlerini iri iri açtığını görür gibiyim,
Bunu için ağlama sakın!
Ya da ağlamak istiyorsan ağla,
Bunun için sana çatacak değilim!
Ağlarsan muhakkak bilirim ki biz seninle mektup yazanlardanız.
Ama mektuplarımızı yakmaya çalışıyorlar, bu belli.
Sakla kalemini,
Uçup gitmesin,
Birbirine benzeyen ve benzemeyen tüm noktalama işaretleri.
Bir tanecik Agatha'm,
Dün satır aralarında gördüm nesrimin seni,
Zaten orada bulmak üzere kaybetmemiş miydim seni?
Tuesday 27 May 2014
Sihir
İnzivaya çekildi megaloman kelimelerim bugün.
Politik veya apolitik cümlelerle oynuyorum.
Açıl susam açıl desem de,
Yüzüme yüzüme kapanıyor,
Açılmıyor aklımdan tuttuğum sol anahtarım ile kapılarım.
Unutmak için zamanı, saatlerimi bit pazarına satıyorum bugün.
Alıcısı yok kelepir akrebimin, sudan ucuz yelkovanımın.
Abra kadabra desem de,
Açılmıyor kitabımın ilk sayfası,
İşe yaramıyor yenmiş tırnaklı parmaklarım.
İskarmozları yok sandalımın bugün.
Yine boşa boşa, hep boşa kürek çekiyorum.
Muallak kelimelerle, zamanla muallak,
Hokus pokus desem de,
Açılmıyor her gün taradığım saçlarım.
'Develer tellal iken' diyor kulaklarım bugün.
Yağmur yağarken, boncuk boncuk terliyorum.
Bir-iki-üç koşabilirsiniz artık desem de,
Kıpırdatmıyor kıllarını büyük gözlü balıklarım.
Bugün tuhafım ben bugün biraz tuhaf,
Gidiyorum desem de,
İçime içime kalıyorum bugün.
Politik veya apolitik cümlelerle oynuyorum.
Açıl susam açıl desem de,
Yüzüme yüzüme kapanıyor,
Açılmıyor aklımdan tuttuğum sol anahtarım ile kapılarım.
Unutmak için zamanı, saatlerimi bit pazarına satıyorum bugün.
Alıcısı yok kelepir akrebimin, sudan ucuz yelkovanımın.
Abra kadabra desem de,
Açılmıyor kitabımın ilk sayfası,
İşe yaramıyor yenmiş tırnaklı parmaklarım.
İskarmozları yok sandalımın bugün.
Yine boşa boşa, hep boşa kürek çekiyorum.
Muallak kelimelerle, zamanla muallak,
Hokus pokus desem de,
Açılmıyor her gün taradığım saçlarım.
'Develer tellal iken' diyor kulaklarım bugün.
Yağmur yağarken, boncuk boncuk terliyorum.
Bir-iki-üç koşabilirsiniz artık desem de,
Kıpırdatmıyor kıllarını büyük gözlü balıklarım.
Bugün tuhafım ben bugün biraz tuhaf,
Gidiyorum desem de,
İçime içime kalıyorum bugün.
Hrant
Tüttürdü sigarasını Bayan Rakel pazartesi sabahına inat,
Rüyasında karanfil biçiyordu elleri,
Her gün her gün tütün saran elleri.
Hayra yormaya çalıştı eteğine dolan karanfilleri.
Geçip giden bir otobüsle konuştu demin.
Nuh Nebi'den kalma, yaşlı, yorgun otobüsle.
Falanca yerden filanca yere giden insanlara uzandı elleri,
Her gün her gün menekşe sulayan elleri.
Kafasında farazi bir manşet belirdi sonra.
Ayakkabı diyordu manşet, delik diyordu, yazık diyordu.
Huzur kapladı içini birden Rakel'in,
-Delik ayakkabıdan içine dolan huzur.
Buruşturup attı balkondan kafasındaki gazeteyi,
Her gün her gün özgürce uçan güvercin elleri.
Elleri uçar her gün her gün Rakel'in,
Gidip gidip Hrant'ına konar.
Emine AY'a minnet ile....
Rüyasında karanfil biçiyordu elleri,
Her gün her gün tütün saran elleri.
Hayra yormaya çalıştı eteğine dolan karanfilleri.
Geçip giden bir otobüsle konuştu demin.
Nuh Nebi'den kalma, yaşlı, yorgun otobüsle.
Falanca yerden filanca yere giden insanlara uzandı elleri,
Her gün her gün menekşe sulayan elleri.
Kafasında farazi bir manşet belirdi sonra.
Ayakkabı diyordu manşet, delik diyordu, yazık diyordu.
Huzur kapladı içini birden Rakel'in,
-Delik ayakkabıdan içine dolan huzur.
Buruşturup attı balkondan kafasındaki gazeteyi,
Her gün her gün özgürce uçan güvercin elleri.
Elleri uçar her gün her gün Rakel'in,
Gidip gidip Hrant'ına konar.
Emine AY'a minnet ile....
Sunday 25 May 2014
Ulvi Abi
Kırmızı şarap içerdi Ulvi abi,
Debdebeli iç çekişler savururdu gençliğine her gece her gece.
Feriştahı gelse alamazdı elindeki kadehi,
Şark kurnazıydı sözleri, kaçın kurasından hallice.
Adı bile ironikti Ulvi abinin,
Zira hayatında oruç tuttuğu olmazdı.
Cuma günü içmezdi ama,
Diğer günler bir pişirimlik bile ayık kalmazdı.
Dizilirdi tespih taneleri gibi gözlerine yaşlar,
Eleni geldimiydi aklına.
Binaenaleyh bilmem neresinde -koynunda- sakladığı fotoğrafa bakarken,
Sinkafların bini bir para.
'Mağripte sen maşrukta ben' derdi dalıp uzaklara,
Tırnak yemelerde medet ararken.
Ne zaman istavrit yesek sesi titredi,
'İstavrit balık değil, insandır.' derdi
-Eleni istavriti çok severmiş-
Eleni karıştıktan sonra küllere -ki ben Eleni'yi hiç tanımadım-
Dar gelir oldu Ulvi abiye çift kişilik yatağı.
Nedensiz sıkılır oldu çarşaflardan- en çok da yastıklardan.
Sonra nü kadın resimleri çizmeyi bıraktı.
Natürmortla ekmek parası kazandı.
Bir gün kulaklarım haber getirdi bana üçüncüsayfamsı.
Benim kulaklarım, Midas kulaklarım!
Ulvi abi istavritlere koşmuş,
Ayakkabıcıkları sahile vurmuş.
İlk defa gülerken gördüm gözlerini,
-gözleri hiç gülmezdi-
Kavuşmuş Eleni'sine Ulvi abi,
Meczuptan hallice.
Yemiyorum artık istavrit, içmiyorum şarap.
Gülmüyorum artık vapurlara doğru...
Debdebeli iç çekişler savururdu gençliğine her gece her gece.
Feriştahı gelse alamazdı elindeki kadehi,
Şark kurnazıydı sözleri, kaçın kurasından hallice.
Adı bile ironikti Ulvi abinin,
Zira hayatında oruç tuttuğu olmazdı.
Cuma günü içmezdi ama,
Diğer günler bir pişirimlik bile ayık kalmazdı.
Dizilirdi tespih taneleri gibi gözlerine yaşlar,
Eleni geldimiydi aklına.
Binaenaleyh bilmem neresinde -koynunda- sakladığı fotoğrafa bakarken,
Sinkafların bini bir para.
'Mağripte sen maşrukta ben' derdi dalıp uzaklara,
Tırnak yemelerde medet ararken.
Ne zaman istavrit yesek sesi titredi,
'İstavrit balık değil, insandır.' derdi
-Eleni istavriti çok severmiş-
Eleni karıştıktan sonra küllere -ki ben Eleni'yi hiç tanımadım-
Dar gelir oldu Ulvi abiye çift kişilik yatağı.
Nedensiz sıkılır oldu çarşaflardan- en çok da yastıklardan.
Sonra nü kadın resimleri çizmeyi bıraktı.
Natürmortla ekmek parası kazandı.
Bir gün kulaklarım haber getirdi bana üçüncüsayfamsı.
Benim kulaklarım, Midas kulaklarım!
Ulvi abi istavritlere koşmuş,
Ayakkabıcıkları sahile vurmuş.
İlk defa gülerken gördüm gözlerini,
-gözleri hiç gülmezdi-
Kavuşmuş Eleni'sine Ulvi abi,
Meczuptan hallice.
Yemiyorum artık istavrit, içmiyorum şarap.
Gülmüyorum artık vapurlara doğru...
Friday 23 May 2014
Ece Ayhan'a..
Yağmurlar yağmalı, başka çare yok.
Durmalı bir öğle vakti,
Yorulmaktan nasibini almamış,
Direnişi savaştan yana rüzgarcıklar.
Islanmalı çoraplarına kadar,
'Hello darling'çi,
Batı budalası kibarcıklar.
Batı budalası kibarcıklar.
Geçip gitmeli aramızdan,
Terlemeden ölmeyi bir matah sayıp da,
Dinlenmişliği apolet yapan insancıklar.
Apaçık yağmalı yağmurlar,
Başka çare yok!
Tamamlanmalı bir Mayıs sabahı,
Boğazda düğümlenmiş,
Yarım kalmış kahkahacıklar.
Okunmalı noktasına kadar,
Yeni yetme,
Cüce kalemli yazarcıklar.
Yağmalı yağmur diyorum,
Başka çare yok!
Sevilmeli her şeye rağmen,
Sevilmekten yorgun düşmemiş,
Elleri çatlak anacıklar.
Sonra doğrulmalı bir sabaha karşı,
Örgütlenmeyi aşk sayan,
Kurşun kalemli Ece Ayhan'cıklar..
Ziyadesiyle
Bazen insan çocukluğuna doğru ölür.
Çocukluğundaki sobalı, daha ziyade sıcak günlere
Sanki zamanında ölmezse hiç ölemeyecekmiş gibi,
Bir kibrit çakmak için yanıp tutuşur elleri,
Cahilliği özümsemiş, canhıraş, kelle koltukta gecelere.
Bazen insan epik değil liriktir.
Biraz üşütük, daha ziyade bohem.
Sanki elektrikler kesilse mum bulamayacakmış gibi,
Bir kibrit çakmak için yanıp tutuşur elleri,
Cahilliği özümsemiş, canhıraş, kelle koltukta gecelere.
Bazen insan farklı cenahtan birine aşık olur.
Biraz beyaz, daha ziyade buğday tenli.
Sanki esmer bir kalbi sevse, mutlu olamayacakmış gibi,
Bir kibrit çakmak için yanıp tutuşur elleri,
Cahilliği özümsemiş, canhıraş, kelle koltukta gecelere.
Thursday 22 May 2014
Billah
Bir daha üzüm yememeye yemin billah edeli,
Okunmuyor aklımdan tüten mektuplar.
Ağzımın tadı yok,
Tadı yok incirin,
Yüzüme baksan, bir dal siyah zeytin.
Havadan da nem kapar oldum artık,
Deniz dahi değil o kadar mavi.
Bekleşiyor söğüt gölgesinde karafakiler,
Artık tüm ağaçlar birbirinin aynı.
Adres bile sorsalar bilemez oldum- isterdim ama,
Kuşlar bile gülüp geçiyor yemin billahlarıma.
Tövbekar olsam,
Özür dilesem salkım üzümlerden?
Biliyorum,
Kolay değil saklanmak karafakilerden.
Okunmuyor aklımdan tüten mektuplar.
Ağzımın tadı yok,
Tadı yok incirin,
Yüzüme baksan, bir dal siyah zeytin.
Havadan da nem kapar oldum artık,
Deniz dahi değil o kadar mavi.
Bekleşiyor söğüt gölgesinde karafakiler,
Artık tüm ağaçlar birbirinin aynı.
Adres bile sorsalar bilemez oldum- isterdim ama,
Kuşlar bile gülüp geçiyor yemin billahlarıma.
Tövbekar olsam,
Özür dilesem salkım üzümlerden?
Biliyorum,
Kolay değil saklanmak karafakilerden.
Tuesday 20 May 2014
Hayyami
Göçebe zamanlarda içerim mütemadiyen,
Bir kadeh şarap bana Ömer Hayyam.
Döner başım dünyanın etrafında,
Döner, döner de -gülerken ağlayıveririm.
Muafım ben günahlardan bazen,
Bir elimde Venüs'ün davetkar saçları,
Bir elimde esmer gökyüzü varken.
Çocuk sen bile bilmezsin ne der içim,
Yıldızlara basa basa semayı tavaf ederken ben.
Uçtuğum da olur afili kanatlarla,
Beni süzülürken görenler olmuş.
Otururum bulutların can kenarlarında,
Saçlarımda mavi kuşlar bulunmuş.
Göçebe zamanlarda severim mütemadiyen,
Bir kadeh şarap bana Sağır Sultan.
Çığlıklar atar notalarım şarkıların etrafında,
Atar atar da- severken ölüveririm.
Bir kadeh şarap bana Ömer Hayyam.
Döner başım dünyanın etrafında,
Döner, döner de -gülerken ağlayıveririm.
Muafım ben günahlardan bazen,
Bir elimde Venüs'ün davetkar saçları,
Bir elimde esmer gökyüzü varken.
Çocuk sen bile bilmezsin ne der içim,
Yıldızlara basa basa semayı tavaf ederken ben.
Uçtuğum da olur afili kanatlarla,
Beni süzülürken görenler olmuş.
Otururum bulutların can kenarlarında,
Saçlarımda mavi kuşlar bulunmuş.
Göçebe zamanlarda severim mütemadiyen,
Bir kadeh şarap bana Sağır Sultan.
Çığlıklar atar notalarım şarkıların etrafında,
Atar atar da- severken ölüveririm.
''Z'' son durak
Mesela ben,
Çocuk büyütürüm sözlüğümde.
Ayracıma otururum da,
Terimi soğuturum sırtımda 'ağaç' kelimesi.
Sonra kediler doluşur gözlerime yağmurlu havalarda.
Gri kediler,
Siyah kediler,
Beyaz kediler,
Aristokrat kediler,
Sokak kedileri.
Hepsinin gözlerinde sessiz harfler,
Miyavlarlar sessiz harflerce -kulaklarıma- geceleri.
Tam da böyle havalarda,
Tam da böyle zamanlarda kağıtlarca gemilerle kaçarım gözlerimden.
Söylemeye gerek var mı bilmem,
Gemim sözlüğümün 'Ç' harfinden.
Çocuklarca gemi,
Gemilerce çocuk geçer içimden.
Kedilerim sözlüğüm,
Yırtılır harflerim,
Geçip gider çocuklarım Z'ye doğru...
Çocuk büyütürüm sözlüğümde.
Ayracıma otururum da,
Terimi soğuturum sırtımda 'ağaç' kelimesi.
Sonra kediler doluşur gözlerime yağmurlu havalarda.
Gri kediler,
Siyah kediler,
Beyaz kediler,
Aristokrat kediler,
Sokak kedileri.
Hepsinin gözlerinde sessiz harfler,
Miyavlarlar sessiz harflerce -kulaklarıma- geceleri.
Tam da böyle havalarda,
Tam da böyle zamanlarda kağıtlarca gemilerle kaçarım gözlerimden.
Söylemeye gerek var mı bilmem,
Gemim sözlüğümün 'Ç' harfinden.
Çocuklarca gemi,
Gemilerce çocuk geçer içimden.
Kedilerim sözlüğüm,
Yırtılır harflerim,
Geçip gider çocuklarım Z'ye doğru...
Monday 19 May 2014
Ve
Ve kuşlar.
Her bahar gelirlerdi hani?
Martı,
Sadece martı.
Veya güvercin.
Güvercinler de alet oluyor kötü işlerine insanların.
Taklacı güvercin,
Şaklaban güvercin,
Talih dağıtan güvercin.
Yazık değil mi?
Eski evlerin kırmızı kiremitlerinin yüzlerine sinen yorgun yıllara inat uçup gitseler ya uzaklara.
Uzak, ama ne kadar uzak?
Uzaklık izafidir, tıpkı sıfır gibi.
O zaman uzaklık denen şey görecelidir.
Yani sıfırdır.
Yani yoktur.
Tuesday 13 May 2014
Habil ve Kabil şarkısı
Ah nasıl sıkıldım kaçgöç tebessümlerden.
Bir bilsen,
Nasıl da anlamış gibi yapmalardayım,
Ağzı deniz kokan martı çığlıklarını.
Bir yanım Habil,
Bir yanım Kabil iken,
Oyumu sağ çıkamamalardan yana kullanmaktayım.
Küfrediyorum her şeye bu gece de:
Islak kaldırımlara,
Ukala Brütüs'e,
Anlamsız kafiyelere,
Sola çark eden isimsiz şiirlere,
Pili bitmiş saatlere,
Ve en çok da,
Mevsiminden önce yenilen domateslere!
Güldüğünü duyar gibiyim.
Sadece gülümserdin önceleri halbuki.
Burun deliklerim kahkaha dolardı yine de.
Ama şimdi attığın kahkahalar kafamda davul sesi,
Geçiremiyorum acılarımı iğne deliklerimden.
Kör bir makas buldum ben de,
Budamalardayım kulaklarımı,
Ta ki
Kaybolmayayım senin vapurlar dolusu balık seslerinde.
Thursday 8 May 2014
Gramofon
Aklımda açan çiçeklerimi sularım geceleyin,
Su içmeye kalktığımda, parmak uçlarımda.
İçeriz karşılıklı bir güzel,
Kafamız zaten güzel,
Kafamız zaten çiçek.
Bazı geceler yağmurunda yürürüm aklımın uzun uzun,
Şemsiyem evde,
Elimde ayakkabılarım, ayaklarım yalın.
Yüzer saçlarımda çiçeklerim,
Saçlarımız zaten güzel,
Saçlarımız zaten çiçek.
Ki sen bile bilmezsin benim karanlıktan korktuğumu,
İçime içime susmaktan geri geri koştuğumu,
Çiçeklerimin ucundan nefesimi tuttuğumu.
Karanlıklarımız da mı güzel,
Karanlıklarımız da çiçek?
Kirpik
Gözlerimden nehirler akarken saksı diplerine,
Çiçek yetiştiriyorum parmak aralarımda.
Parmak aralarım ‘benim’.
Parmak aralarım sadece bana ait.
Parmak aralarım, arka bahçesidir Türkçe'si kıt gecelerimin.
Sen bile bilmezsin ben neler neler söylerim parmak
aralarımın kulaklarına.
İnanmazsan tut elimi dinle,
Fısıldarım ben parmaklarıma.
Parmaklarım tıkır tıkır.
Parmaklarım uzanıp da
yakalayabildiği güzelliklerin hayaliyle tutunur hep zamanın saçlarına.
Zamanın saçları
kumral.
Zamanın gözleri ela.
Zaman güzelliğinin farkında olan bir küçük kadıncık.
Sararmış sol göz bebeğimden akan iki damla yaşla ‘dur’
diyorum,
Acemice dudak büküyor kadıncığım,
Kan ter içinde koşuyor,
Bir ömrü iki kirpik arasında geçiyor.
Ondandır yaşlanırken
kirpiklerimdeki nehirler,
Ve ondandır ‘yaş’landıkça kirpiklerimdeki nehirler.
Wednesday 7 May 2014
Dinlemiyorlar ki
Müldür Lale kaldırıma oturmuş, duydun mu?
Gözlerini mi kısmış ne? Gördün mü?
Ne tuhaf!
İri iri açılır gözleri oysa,
Bakarken siyam kedilerinin ardından.
Kediler ki onun histerik dostları,
Akıl yaralayan sohbete koyulurlar ikindi çaylarında.
Kediler anlatır Lale dinler,
Lale anlatır kedilerin aklı hep yağmur..
Tuesday 6 May 2014
Bir Küçük Senfoni
Çiçeklerin senfonisindeyim,
Asaf'ınkinden.
Papatya si,
Gül la,
Menekşe hep do.
Güneş sol anahtarı azizim.
Sular seller hep yeşil.
Çiçeklerin senfonisindeyim,
Asaf'ınkinden.
Papatya si,
Gül la,
Menekşe hep do.
Asaf'ınkinden.
Papatya si,
Gül la,
Menekşe hep do.
Güneş sol anahtarı azizim.
Sular seller hep yeşil.
Çiçeklerin senfonisindeyim,
Asaf'ınkinden.
Papatya si,
Gül la,
Menekşe hep do.
Hızlı hızlı okunasıca
Elimde ayna. Bakıyorum. Sivilcem var. Sinir oluyorum. Televizyon açık. Bakmıyorum. Sesi gelsin yeter. Yeter mi? Bence yeter. Sigara kokusu sinmiş koltuğa. Sevmedim bunu. Kafamı koyuyorum yastığa. Burnumu deliyor koku. Neyse boşver. Camı açtım. Ayaklarım üşüdü. Çorap giymek saçma geldi. Giymedim. Çoraplarım zaten pembe. Pembe saçma. Yeşil olsa belki. Ya da mavi. Gerçi denizler artık mavi değil. Gri. Gri kişiliksiz bir renk. O yüzden ayaklarım soğuk. Sıcak olsa sıcaklardım. Çıkarırdım çoraplarımı. Tek suçum gri sevmemek mi? Ben de moru severim. Belki menekşe alırım mor. Su veririm. Ama çeşmeden. Hazır su veremem ya. O zaman burjuva olur çiçek. Bunu istemem. Halktan olsun. Tüm çiçekler gibi çeşmeden içsin. İçelim mi bu gece? Ama yarın okul var. Kalkamam. Sonra çocuklar ağlar ben gülerken. Gülerken kıskanılmaz.Nedir kıskançlık? İşte bu muamma. Muamma Mualla'ya benzer. Tek farkları 'L' harfi. Bi de Fikret Mualla var. Bir erkek o. Sakın kadın sanma ! Yanılma. Resim yaparmış geceleri. Ben cin ali bile çizemem. Yetenek sıfır. Oysa sıfır bir tam sayı bile değil...
Rize'11
Evet burada da deniz var. Ama kara. Nem sindi üzerime. Tuzlu. Ama kara. Taş sektirmeyi severim denizde. Ama yarım gün uzaktaymış Ankara. Ankara da kara. Güneş kavurur orada. Yağmur var burada. Bir orada bir burada. Uçmak isterim mesela. Hemen göçmek. Kanadım yok. İnsanın kanadı olur mu? Oladabilir bazen. Bazen de mütemadiyen. Fal baktım da az önce. Sular seller kahve telvesi. Telveden kalp olur mu ki? Telve çarpıntı yapar. Yorar. Gece de bazen şarkı söylerim ben. Ama bağırmam katiyyen.Başedemediğimden belki kendimle. Düşlerim bile isteksiz. Rüyamda babamla kavga etmişim gibi içim buruk. Ama gerçekte de beni affetmemiş. Elini öpsem ağlasam? Ağlar mı telveler de? Ağlarlar. İçime dolarlar. Uyuyamam. Uyuyabilemem..Uyusam da uyanamamak var. Bir tek o anlar. Bir de kalorifer böcekleri..
Bir 'Özdemir' hikayesi
Ben Özdemir ASAF’ı zeki olduğu için severim. Kelimelerle fütursuzca oynadığı, oynarken de eğleniyor gibi görünüp aslında eğlenmediği için. Sessiz görünüp; aslında içindeki fırtınalarla boğuştuğu için. Ve belki de en çok benzine zam geldiği dönemlerde otostop çekebilme ihtimali olduğu için. Bana her zaman: ‘Bak Özlem, hayat kısa. Kaldır baş parmağını göğe doğru, git gidebildiğin yere.’ dermiş gibi geldiği için.. Ve ilkin, lisedeki edebiyat hocam tahtaya ‘masa’ yazmıştı:
Çağırdım geldiler
Oturmasalar ölürdüm
Oturdular öldüm
Anlamadılar.
Ö. ASAF
Ki masanın sadece masa olmadığını anlamam bu döneme rastlar.
Çağırdım geldiler
Oturmasalar ölürdüm
Oturdular öldüm
Anlamadılar.
Ö. ASAF
Ki masanın sadece masa olmadığını anlamam bu döneme rastlar.
Leylim Ley
Ahmet Arif'in Leyla'sı bile değildim ben o sene.
Okunmuyordu mektupların senin,
Ha, yazmıyordun zaten-o ayrı.
Belki okuma yazma bile bilmiyorduk.
Ama kalemin kılıçtan keskindi,
Kanlar akıyordu dudaklarımdan sen konuştukça.
Bazen saatlerce denizde oturuyorduk yüzmeden,
Bardaklar dolusu balıklar geçiyordu içimizden.
Rakı balık yapmak ise,
Sadece sana mahsustu.
Kırıp kırıp bardaklarımızı,
Kendinden geçmenin bini bir para.
Gitmese mi idik Doğu'ya?
Güneş Doğu'dan doğmuyor mu?
Batıralım günü bardak kırmadan,
Ölmesin balıklar denizler dolusu.
İçelim Hasankeyf'i üç yudumda,
Dördüncüsü keyiften olsun.
Okunmuyordu mektupların senin,
Ha, yazmıyordun zaten-o ayrı.
Belki okuma yazma bile bilmiyorduk.
Ama kalemin kılıçtan keskindi,
Kanlar akıyordu dudaklarımdan sen konuştukça.
Bazen saatlerce denizde oturuyorduk yüzmeden,
Bardaklar dolusu balıklar geçiyordu içimizden.
Rakı balık yapmak ise,
Sadece sana mahsustu.
Kırıp kırıp bardaklarımızı,
Kendinden geçmenin bini bir para.
Gitmese mi idik Doğu'ya?
Güneş Doğu'dan doğmuyor mu?
Batıralım günü bardak kırmadan,
Ölmesin balıklar denizler dolusu.
İçelim Hasankeyf'i üç yudumda,
Dördüncüsü keyiften olsun.
Insomnia
Somatik zamanlarımda çaldın kapımı sen,
Tam da sanrısal sancılarla kıvranırken göz bebeklerim.
Ağlıyordum işin garibi,
Ağlamıyorken bile,
Dogmatik rüzgarların senin
Yapraklarımı bile kıpırdatmamalardayken.
Anormallik nedir diye sormuştun bana,
Çay yerine şekerli su içerken tenhalarımda.
'Çay kırmızı!' demiştin bağırarak,
'Hayır çay olmaz!' 'Çay önce yeşil sonra kırmızı.'
'Ama gözlerin hep yeşil!'
Yeşil kalalım.
Yeşile obsesif geçti sonra yıllarımız,
Sevdik canını,sarıp sarmaladık yosunlara.
Yosunlarımız ki gökyüzünden bakıyor bize; baş-aşağıya.
Tutuyoruz uzanıp.
Gökyüzümüze hapsediyoruz.
Gökyüzü yeşil,
Gözlerimiz yosun,
Gözlerimiz çay,
Gökyüzü gözlerimiz.
Ağlamıyorum işin garibi,
Ağlıyorken bile,
Dogmatik rüzgarların senin
Yapraklarımı aç biilaç bırakmalardayken.
Tam da sanrısal sancılarla kıvranırken göz bebeklerim.
Ağlıyordum işin garibi,
Ağlamıyorken bile,
Dogmatik rüzgarların senin
Yapraklarımı bile kıpırdatmamalardayken.
Anormallik nedir diye sormuştun bana,
Çay yerine şekerli su içerken tenhalarımda.
'Çay kırmızı!' demiştin bağırarak,
'Hayır çay olmaz!' 'Çay önce yeşil sonra kırmızı.'
'Ama gözlerin hep yeşil!'
Yeşil kalalım.
Yeşile obsesif geçti sonra yıllarımız,
Sevdik canını,sarıp sarmaladık yosunlara.
Yosunlarımız ki gökyüzünden bakıyor bize; baş-aşağıya.
Tutuyoruz uzanıp.
Gökyüzümüze hapsediyoruz.
Gökyüzü yeşil,
Gözlerimiz yosun,
Gözlerimiz çay,
Gökyüzü gözlerimiz.
Ağlamıyorum işin garibi,
Ağlıyorken bile,
Dogmatik rüzgarların senin
Yapraklarımı aç biilaç bırakmalardayken.
Hüsn'
Hüsnü Arkan kafanı sevdim ben senin,
Her gün içine karlar yağmasını.
Sonra duydum martı çığlıklarını ta içinden,
'Leylaklar açmış gördün mü?' diyordu parmakların,
O zaman vur dibine.
Ankara'ydı bana iki gözün,
'Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlı.'
Bu yüzden, sırf bu yüzden Hüsnü Arkan'dı kafan senin.
'Leylaklar açmış gördün mü?' diyordu parmakların,
O zaman vur dibine.
Her gün içine karlar yağmasını.
Sonra duydum martı çığlıklarını ta içinden,
'Leylaklar açmış gördün mü?' diyordu parmakların,
O zaman vur dibine.
Ankara'ydı bana iki gözün,
'Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlı.'
Bu yüzden, sırf bu yüzden Hüsnü Arkan'dı kafan senin.
'Leylaklar açmış gördün mü?' diyordu parmakların,
O zaman vur dibine.
Küçük bir nota
Psyhke gibi pişman yeşil zeytinler bu gece.
Az konuştuğumdan mıdır bilinmez,
Yağan yağmurlar hep la minör.
Dişime değen sözlerim buharlaşsa saçlarımda,
Belki o zaman Heraklit aynı nehirde yıkanır yirmi beşinciye.
Sen içime içime büyüyen çocuk;
Benim sayıklamalarım senin kulağına mı ki
Bana sarhoşluk taslıyorsun?
Ben kedileri sevmem diye mi bu öfke?
Ah benim canımın canı;
Gel inat etme,
Gel kağıttan gemiler yapalım seninle,
Gel meydan okuyalım kahvesizliğe,
Gel uyumayalım üç gün üç gece.
Kahve acı.
Az konuştuğumdan mıdır bilinmez,
Yağan yağmurlar hep la minör.
Dişime değen sözlerim buharlaşsa saçlarımda,
Belki o zaman Heraklit aynı nehirde yıkanır yirmi beşinciye.
Sen içime içime büyüyen çocuk;
Benim sayıklamalarım senin kulağına mı ki
Bana sarhoşluk taslıyorsun?
Ben kedileri sevmem diye mi bu öfke?
Ah benim canımın canı;
Gel inat etme,
Gel kağıttan gemiler yapalım seninle,
Gel meydan okuyalım kahvesizliğe,
Gel uyumayalım üç gün üç gece.
Kahve acı.
25 Şubat '11
Ankara'dan vazgeçişin hikayesidir bu bir şarkıyla ve birkaç resimle.
Melankoli değil bu. Karmaşık ya da duygusal görünmeye çalışmak hiç değil.'Dün' gece yağmur yağıyordu ve ben ıslanmak istemiştim, hepsi bu! Cumanın insana verdiği rehavet, kaloriferin önüne minder koyup oturmanın insanda yarattığı tatlı sersemlik ve kahve...Evet, en önemlisi de kahveydi. Kahve içerek ne var ne yok diye göz gezdirirken resimlerin arasında ben, birden Ankara'da buldum kendimi. Güvenpark'ta sanki tekrar su dansı izliyor gibiydim. Sonra kulağıma kendini özgürce pazarlamaya çalışan umarsız fahişelerin sesleri doldu. 'Geceliği 50 lira' diyorlardı, hayatlarından memnunlardı. Ve birden sıcaklamaya başladım. Termometre 55 derece olmuştu. Sandaletlerim sanki yapışıyor gibi geldi Ankara asfaltına, oysaki ben kaloriferin dibinde ısınmaya çalışıyordum. Derken kendimi Ata Kulenin gölgesinde buldum. Bir nebze olsun serinlemiştim. Sonra susadım. Ama su çok pahalıydı! Ben de nefesimin buğusuyla idare ettim. Zaten idare etmek hiç de zor değildi. Artık bana her yer Ankara'ydı, yani her yer kurak . . Ve anladım ki bana bu kadar çöl yeterdi. Ben de artık yeşermeli, yeşillenmeliydim. Bir devrin hikayesi de böyle kapanıyordu. Çok yorulmuştum özlemekten. Yorgundum. Yorgunum.
Subscribe to:
Posts (Atom)