Tuesday 6 May 2014

25 Şubat '11

Ankara'dan vazgeçişin hikayesidir bu bir şarkıyla ve birkaç resimle. Melankoli değil bu. Karmaşık ya da duygusal görünmeye çalışmak hiç değil.'Dün' gece yağmur yağıyordu ve ben ıslanmak istemiştim, hepsi bu! Cumanın insana verdiği rehavet, kaloriferin önüne minder koyup oturmanın insanda yarattığı tatlı sersemlik ve kahve...Evet, en önemlisi de kahveydi. Kahve içerek ne var ne yok diye göz gezdirirken resimlerin arasında ben, birden Ankara'da buldum kendimi. Güvenpark'ta sanki tekrar su dansı izliyor gibiydim. Sonra kulağıma kendini özgürce pazarlamaya çalışan umarsız fahişelerin sesleri doldu. 'Geceliği 50 lira' diyorlardı, hayatlarından memnunlardı. Ve birden sıcaklamaya başladım. Termometre 55 derece olmuştu. Sandaletlerim sanki yapışıyor gibi geldi Ankara asfaltına, oysaki ben kaloriferin dibinde ısınmaya çalışıyordum. Derken kendimi Ata Kulenin gölgesinde buldum. Bir nebze olsun serinlemiştim. Sonra susadım. Ama su çok pahalıydı! Ben de nefesimin buğusuyla idare ettim. Zaten idare etmek hiç de zor değildi. Artık bana her yer Ankara'ydı, yani her yer kurak . . Ve anladım ki bana bu kadar çöl yeterdi. Ben de artık yeşermeli, yeşillenmeliydim. Bir devrin hikayesi de böyle kapanıyordu. Çok yorulmuştum özlemekten. Yorgundum. Yorgunum.

No comments: