Friday 30 May 2014

Agatha

Merhaba Agatha,
Merhaba olmayan kız kardeşim.
Muadilini bulamadım isminin,
Ben sana yine de Agatha diyeceğim.

Nasılsın görüşmeyeli?
Korkuyor musun hala aynalara bakmaklardan?
Ya da palazlanıp aşık olmaklardan?
Oysa biliyorsun ki,
Biz ikimiz yan yana gelince çok güçlü oluyoruz.
Yağmurdan sonra gelen toprak kokusunu duyuyoruz.
Kapılarımızı üzerimize kilitleyip,
Yataklarımızın sıcaklığına çekiliyoruz.
Bedbin kalıyor yanımızda yalnızlıklar,
'M' ile başlayan ayları sevmiyoruz.
-Mart'ta kar, Mayıs'ta yağmur yağar.-

Canım Agatha'm,
Sabah bindiğim vapur biraz başımı döndürdü.
Gözlerini iri iri açtığını görür gibiyim,
Bunu için ağlama sakın!
Ya da ağlamak istiyorsan ağla,
Bunun için sana çatacak değilim!
Ağlarsan muhakkak bilirim ki biz seninle mektup yazanlardanız.
Ama mektuplarımızı yakmaya çalışıyorlar, bu belli.
Sakla kalemini,
Uçup gitmesin,
Birbirine benzeyen ve benzemeyen tüm noktalama işaretleri.

Bir tanecik Agatha'm,
Dün satır aralarında gördüm nesrimin seni,
Zaten orada bulmak üzere kaybetmemiş miydim seni?

Tuesday 27 May 2014

Sihir

İnzivaya çekildi megaloman kelimelerim bugün.
Politik veya apolitik cümlelerle oynuyorum.
Açıl susam açıl desem de,
Yüzüme yüzüme kapanıyor,
Açılmıyor aklımdan tuttuğum sol anahtarım ile kapılarım.

Unutmak için zamanı, saatlerimi bit pazarına satıyorum bugün.
Alıcısı yok kelepir akrebimin, sudan ucuz yelkovanımın.
Abra kadabra desem de,
Açılmıyor kitabımın ilk sayfası,
İşe yaramıyor yenmiş tırnaklı parmaklarım.

İskarmozları yok sandalımın bugün.
Yine boşa boşa, hep boşa kürek çekiyorum.
Muallak kelimelerle, zamanla muallak,
Hokus pokus desem de,
Açılmıyor her gün taradığım saçlarım.

'Develer tellal iken' diyor kulaklarım bugün.
Yağmur yağarken, boncuk boncuk terliyorum.
Bir-iki-üç koşabilirsiniz artık desem de,
Kıpırdatmıyor kıllarını büyük gözlü balıklarım.




Bugün tuhafım ben bugün biraz tuhaf,
Gidiyorum desem de,
İçime içime kalıyorum bugün.

Hrant

Tüttürdü sigarasını Bayan Rakel pazartesi sabahına inat,
Rüyasında karanfil biçiyordu elleri,
Her gün her gün tütün saran elleri.
Hayra yormaya çalıştı eteğine dolan karanfilleri.

Geçip giden bir otobüsle konuştu demin.
Nuh Nebi'den kalma, yaşlı, yorgun otobüsle.
Falanca yerden filanca yere giden insanlara uzandı elleri,
Her gün her gün menekşe sulayan elleri.

Kafasında farazi bir manşet belirdi sonra.
Ayakkabı diyordu manşet, delik diyordu, yazık diyordu.
Huzur kapladı içini birden Rakel'in,
                                                     -Delik ayakkabıdan içine dolan huzur.
Buruşturup attı balkondan kafasındaki gazeteyi,
Her gün her gün özgürce uçan güvercin elleri.



Elleri uçar her gün her gün Rakel'in,
Gidip gidip Hrant'ına konar.



Emine AY'a minnet ile....



Sunday 25 May 2014

Ulvi Abi

Kırmızı şarap içerdi Ulvi abi,
Debdebeli iç çekişler savururdu gençliğine her gece her gece.
Feriştahı gelse alamazdı elindeki kadehi,
Şark kurnazıydı sözleri, kaçın kurasından hallice.

Adı bile ironikti Ulvi abinin,
Zira hayatında oruç tuttuğu olmazdı.
Cuma günü içmezdi ama,
Diğer günler bir pişirimlik bile ayık kalmazdı.

Dizilirdi tespih taneleri gibi gözlerine yaşlar,
Eleni geldimiydi aklına.
Binaenaleyh bilmem neresinde -koynunda- sakladığı fotoğrafa bakarken,
Sinkafların bini bir para.

'Mağripte sen maşrukta ben' derdi dalıp uzaklara,
Tırnak yemelerde medet ararken.
Ne zaman istavrit yesek sesi titredi,
'İstavrit balık değil, insandır.' derdi
                                             -Eleni istavriti çok severmiş-

Eleni karıştıktan sonra küllere -ki ben Eleni'yi hiç tanımadım-
Dar gelir oldu Ulvi abiye çift kişilik yatağı.
Nedensiz sıkılır oldu çarşaflardan- en çok da yastıklardan.
Sonra nü kadın resimleri çizmeyi bıraktı.
Natürmortla ekmek parası kazandı.

Bir gün kulaklarım haber getirdi bana üçüncüsayfamsı.
Benim kulaklarım, Midas kulaklarım!
Ulvi abi istavritlere koşmuş,
Ayakkabıcıkları sahile vurmuş.
İlk defa gülerken gördüm gözlerini,
                                                 -gözleri hiç gülmezdi-
Kavuşmuş Eleni'sine Ulvi abi,
Meczuptan hallice.





Yemiyorum artık istavrit, içmiyorum şarap.
Gülmüyorum artık vapurlara doğru...

Friday 23 May 2014

Ece Ayhan'a..

Yağmurlar yağmalı, başka çare yok.
Durmalı bir öğle vakti,
Yorulmaktan nasibini almamış,
Direnişi savaştan yana rüzgarcıklar.
Islanmalı çoraplarına kadar,
'Hello darling'çi,
Batı budalası kibarcıklar.
Geçip gitmeli aramızdan,
Terlemeden ölmeyi bir matah sayıp da,
Dinlenmişliği apolet yapan insancıklar.

Apaçık yağmalı yağmurlar,
Başka çare yok!
Tamamlanmalı bir Mayıs sabahı,
Boğazda düğümlenmiş,
Yarım kalmış kahkahacıklar.
Okunmalı noktasına kadar,
Yeni yetme,
Cüce kalemli yazarcıklar.

Yağmalı yağmur diyorum,
Başka çare yok!
Sevilmeli her şeye rağmen,
Sevilmekten yorgun düşmemiş,
Elleri çatlak anacıklar.
Sonra doğrulmalı bir sabaha karşı,
Örgütlenmeyi aşk sayan,
Kurşun kalemli Ece Ayhan'cıklar..


Ziyadesiyle

Bazen insan çocukluğuna doğru ölür.
Çocukluğundaki sobalı, daha ziyade sıcak günlere
Sanki zamanında ölmezse hiç ölemeyecekmiş gibi,
Bir kibrit çakmak için yanıp tutuşur elleri,
Cahilliği özümsemiş, canhıraş, kelle koltukta gecelere.

Bazen insan epik değil liriktir.
Biraz üşütük, daha ziyade bohem.
Sanki elektrikler kesilse mum bulamayacakmış gibi,
Bir kibrit çakmak için yanıp tutuşur elleri,
Cahilliği özümsemiş, canhıraş, kelle koltukta gecelere.

Bazen insan farklı cenahtan birine aşık olur.
Biraz beyaz, daha ziyade buğday tenli.
Sanki esmer bir kalbi sevse, mutlu olamayacakmış gibi,
Bir kibrit çakmak için yanıp tutuşur elleri,
Cahilliği özümsemiş, canhıraş, kelle koltukta gecelere.


Thursday 22 May 2014

Billah

Bir daha üzüm yememeye yemin billah edeli,
Okunmuyor aklımdan tüten mektuplar.
Ağzımın tadı yok,
Tadı yok incirin,
Yüzüme baksan, bir dal siyah zeytin.

Havadan da nem kapar oldum artık,
Deniz dahi değil o kadar mavi.
Bekleşiyor söğüt gölgesinde karafakiler,
Artık tüm ağaçlar birbirinin aynı.

Adres bile sorsalar bilemez oldum- isterdim ama,
Kuşlar bile gülüp geçiyor yemin billahlarıma.
Tövbekar olsam,
Özür dilesem salkım üzümlerden?
Biliyorum,
Kolay değil saklanmak karafakilerden.

Tuesday 20 May 2014

Hayyami

Göçebe zamanlarda içerim mütemadiyen,
Bir kadeh şarap bana Ömer Hayyam.
Döner başım dünyanın etrafında,
Döner, döner de -gülerken ağlayıveririm.
Muafım ben günahlardan bazen,
Bir elimde Venüs'ün davetkar saçları,
Bir elimde esmer gökyüzü varken.
Çocuk sen bile bilmezsin ne der içim,
Yıldızlara basa basa semayı tavaf ederken ben.
Uçtuğum da olur afili kanatlarla,
Beni süzülürken görenler olmuş.
Otururum bulutların can kenarlarında,
Saçlarımda mavi kuşlar bulunmuş.

Göçebe zamanlarda severim mütemadiyen,
Bir kadeh şarap bana Sağır Sultan.
Çığlıklar atar notalarım şarkıların etrafında,
Atar atar da- severken ölüveririm.

''Z'' son durak

Mesela ben,
Çocuk büyütürüm sözlüğümde.
Ayracıma otururum da,
Terimi soğuturum sırtımda 'ağaç' kelimesi.
Sonra kediler doluşur gözlerime yağmurlu havalarda.
Gri kediler,
Siyah kediler,
Beyaz kediler,
Aristokrat kediler,
Sokak kedileri.
Hepsinin gözlerinde sessiz harfler,
Miyavlarlar sessiz harflerce -kulaklarıma- geceleri.
Tam da böyle havalarda,
Tam da böyle zamanlarda kağıtlarca gemilerle kaçarım gözlerimden.
Söylemeye gerek var mı bilmem,
Gemim sözlüğümün 'Ç' harfinden.
Çocuklarca gemi,
Gemilerce çocuk geçer içimden.

Kedilerim sözlüğüm,
Yırtılır harflerim,
Geçip gider çocuklarım Z'ye doğru...

Monday 19 May 2014

Ve


Ve kuşlar.
Her bahar gelirlerdi hani?
Martı,
Sadece martı.
Veya güvercin.
Güvercinler de alet oluyor kötü işlerine insanların.
Taklacı güvercin,
Şaklaban güvercin,
Talih dağıtan güvercin.
Yazık değil mi?


Eski evlerin kırmızı kiremitlerinin yüzlerine sinen yorgun yıllara inat uçup gitseler ya uzaklara.
Uzak, ama ne kadar uzak?
Uzaklık izafidir, tıpkı sıfır gibi.
O zaman uzaklık denen şey görecelidir.
Yani sıfırdır.
Yani yoktur.


Tuesday 13 May 2014

Habil ve Kabil şarkısı


Ah nasıl sıkıldım kaçgöç tebessümlerden.
Bir bilsen,
Nasıl da anlamış gibi yapmalardayım,
Ağzı deniz kokan martı çığlıklarını.
Bir yanım Habil,
Bir yanım Kabil iken,
Oyumu sağ çıkamamalardan yana kullanmaktayım.
Küfrediyorum her şeye bu gece de:
Islak kaldırımlara,
Ukala Brütüs'e,
Anlamsız kafiyelere,
Sola çark eden isimsiz şiirlere,
Pili bitmiş saatlere,
Ve en çok da,
Mevsiminden önce yenilen domateslere!
Güldüğünü duyar gibiyim.
Sadece gülümserdin önceleri halbuki.
Burun deliklerim kahkaha dolardı yine de.
Ama şimdi attığın kahkahalar kafamda davul sesi,
Geçiremiyorum acılarımı iğne deliklerimden.
Kör bir makas buldum ben de,
Budamalardayım kulaklarımı,
Ta ki
Kaybolmayayım senin vapurlar dolusu balık seslerinde.

Thursday 8 May 2014

Gramofon


Aklımda açan çiçeklerimi sularım geceleyin,
Su içmeye kalktığımda, parmak uçlarımda.
İçeriz karşılıklı bir güzel,
Kafamız zaten güzel,
Kafamız zaten çiçek.

Bazı geceler yağmurunda yürürüm aklımın uzun uzun,
Şemsiyem evde,
Elimde ayakkabılarım, ayaklarım yalın.
Yüzer saçlarımda çiçeklerim,
Saçlarımız zaten güzel,
Saçlarımız zaten çiçek.

Ki sen bile bilmezsin benim karanlıktan korktuğumu,
İçime içime susmaktan geri geri koştuğumu,
Çiçeklerimin ucundan nefesimi tuttuğumu.
Karanlıklarımız da mı güzel,
Karanlıklarımız da çiçek?


Kirpik


Gözlerimden nehirler akarken saksı diplerine,
Çiçek yetiştiriyorum parmak aralarımda.
Parmak aralarım ‘benim’.
Parmak aralarım sadece bana ait.
Parmak aralarım, arka bahçesidir Türkçe'si kıt gecelerimin.
Sen bile bilmezsin ben neler neler söylerim parmak aralarımın kulaklarına.
İnanmazsan tut elimi dinle,
Fısıldarım ben parmaklarıma.
Parmaklarım tıkır tıkır.
Parmaklarım uzanıp da yakalayabildiği güzelliklerin hayaliyle tutunur hep zamanın saçlarına.
Zamanın saçları kumral.
Zamanın gözleri ela.
Zaman güzelliğinin farkında olan bir küçük kadıncık.
Sararmış sol göz bebeğimden akan iki damla yaşla ‘dur’ diyorum,
Acemice dudak büküyor kadıncığım,
Kan ter içinde koşuyor,
Bir ömrü iki kirpik arasında geçiyor.


Ondandır yaşlanırken kirpiklerimdeki nehirler,
Ve ondandır ‘yaş’landıkça kirpiklerimdeki nehirler.

Wednesday 7 May 2014

Dinlemiyorlar ki



Müldür Lale kaldırıma oturmuş, duydun mu?
Gözlerini mi kısmış ne? Gördün mü?
Ne tuhaf!
İri iri açılır gözleri oysa,
Bakarken siyam kedilerinin ardından.
Kediler ki onun histerik dostları,
Akıl yaralayan sohbete koyulurlar ikindi çaylarında.

Kediler anlatır Lale dinler,
Lale anlatır kedilerin aklı hep yağmur..

Tuesday 6 May 2014

Bir Küçük Senfoni

Çiçeklerin senfonisindeyim,
Asaf'ınkinden.
Papatya si,
Gül la,
Menekşe hep do.
Güneş sol anahtarı azizim.
Sular seller hep yeşil.

Çiçeklerin senfonisindeyim,
Asaf'ınkinden.
Papatya si,
Gül la,
Menekşe hep do.

Hızlı hızlı okunasıca

Elimde ayna. Bakıyorum. Sivilcem var. Sinir oluyorum. Televizyon açık. Bakmıyorum. Sesi gelsin yeter. Yeter mi? Bence yeter. Sigara kokusu sinmiş koltuğa. Sevmedim bunu. Kafamı koyuyorum yastığa. Burnumu deliyor koku. Neyse boşver. Camı açtım. Ayaklarım üşüdü. Çorap giymek saçma geldi. Giymedim. Çoraplarım zaten pembe. Pembe saçma. Yeşil olsa belki. Ya da mavi. Gerçi denizler artık mavi değil. Gri. Gri kişiliksiz bir renk. O yüzden ayaklarım soğuk. Sıcak olsa sıcaklardım. Çıkarırdım çoraplarımı. Tek suçum gri sevmemek mi? Ben de moru severim. Belki menekşe alırım mor. Su veririm. Ama çeşmeden. Hazır su veremem ya. O zaman burjuva olur çiçek. Bunu istemem. Halktan olsun. Tüm çiçekler gibi çeşmeden içsin. İçelim mi bu gece? Ama yarın okul var. Kalkamam. Sonra çocuklar ağlar ben gülerken. Gülerken kıskanılmaz.Nedir kıskançlık? İşte bu muamma. Muamma  Mualla'ya benzer. Tek farkları 'L' harfi. Bi de Fikret Mualla var. Bir erkek o. Sakın kadın sanma ! Yanılma. Resim yaparmış geceleri. Ben cin ali bile çizemem. Yetenek sıfır. Oysa sıfır bir tam sayı bile değil...

Rize'11

Evet burada da deniz var. Ama kara. Nem sindi üzerime. Tuzlu. Ama kara. Taş sektirmeyi severim denizde. Ama yarım gün uzaktaymış Ankara. Ankara da kara. Güneş kavurur orada. Yağmur var burada. Bir orada bir burada. Uçmak isterim mesela. Hemen göçmek. Kanadım yok. İnsanın kanadı olur mu? Oladabilir bazen. Bazen de mütemadiyen. Fal baktım da az önce. Sular seller kahve telvesi. Telveden kalp olur mu ki? Telve çarpıntı yapar. Yorar. Gece de bazen şarkı söylerim ben. Ama bağırmam katiyyen.Başedemediğimden belki kendimle. Düşlerim bile isteksiz. Rüyamda babamla kavga etmişim gibi içim buruk. Ama gerçekte de beni affetmemiş. Elini öpsem ağlasam? Ağlar mı telveler de? Ağlarlar. İçime dolarlar. Uyuyamam. Uyuyabilemem..Uyusam da uyanamamak var. Bir tek o anlar. Bir de kalorifer böcekleri..

Bir 'Özdemir' hikayesi


Ben Özdemir ASAF’ı zeki olduğu için severim. Kelimelerle fütursuzca oynadığı, oynarken de eğleniyor gibi görünüp aslında eğlenmediği için. Sessiz görünüp; aslında içindeki fırtınalarla boğuştuğu için. Ve belki de en çok benzine zam geldiği dönemlerde otostop çekebilme ihtimali olduğu için. Bana her zaman: ‘Bak Özlem, hayat kısa. Kaldır baş parmağını göğe doğru, git gidebildiğin yere.’ dermiş gibi geldiği için.. Ve ilkin, lisedeki edebiyat hocam tahtaya ‘masa’ yazmıştı:

Çağırdım geldiler
Oturmasalar ölürdüm
Oturdular öldüm
Anlamadılar.
Ö. ASAF

Ki masanın sadece masa olmadığını anlamam bu döneme rastlar.

Leylim Ley

Ahmet Arif'in Leyla'sı bile değildim ben o sene.
Okunmuyordu mektupların senin,
Ha, yazmıyordun zaten-o ayrı.
Belki okuma yazma bile bilmiyorduk.
Ama kalemin kılıçtan keskindi,
Kanlar akıyordu dudaklarımdan sen konuştukça.

Bazen saatlerce denizde oturuyorduk yüzmeden,
Bardaklar dolusu balıklar geçiyordu içimizden.
Rakı balık yapmak ise,
Sadece sana mahsustu.
Kırıp kırıp bardaklarımızı,
Kendinden geçmenin bini bir para.

Gitmese mi idik Doğu'ya?
Güneş Doğu'dan doğmuyor mu?
Batıralım günü bardak kırmadan,
Ölmesin balıklar denizler dolusu.
İçelim Hasankeyf'i üç yudumda,
Dördüncüsü keyiften olsun.


Insomnia

Somatik zamanlarımda çaldın kapımı sen,
Tam da sanrısal sancılarla kıvranırken göz bebeklerim.
Ağlıyordum işin garibi,
Ağlamıyorken bile,
Dogmatik rüzgarların senin
Yapraklarımı bile kıpırdatmamalardayken.

Anormallik nedir diye sormuştun bana,
Çay yerine şekerli su içerken tenhalarımda.
'Çay kırmızı!' demiştin bağırarak,
'Hayır çay olmaz!' 'Çay önce yeşil sonra kırmızı.'
'Ama gözlerin hep yeşil!'

Yeşil kalalım.

Yeşile obsesif geçti sonra yıllarımız,
Sevdik canını,sarıp sarmaladık yosunlara.
Yosunlarımız ki gökyüzünden bakıyor bize; baş-aşağıya.
Tutuyoruz uzanıp.
Gökyüzümüze hapsediyoruz.

Gökyüzü yeşil,
Gözlerimiz yosun,
Gözlerimiz çay,
Gökyüzü gözlerimiz.

Ağlamıyorum işin garibi,
Ağlıyorken bile,
Dogmatik rüzgarların senin
Yapraklarımı aç biilaç bırakmalardayken.

Hüsn'

Hüsnü Arkan kafanı sevdim ben senin,
Her gün içine karlar yağmasını.
Sonra duydum martı çığlıklarını ta içinden,
'Leylaklar açmış gördün mü?' diyordu parmakların,
O zaman vur dibine.

Ankara'ydı bana iki gözün,
'Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlı.'
Bu yüzden, sırf bu yüzden Hüsnü Arkan'dı kafan senin.
'Leylaklar açmış gördün mü?' diyordu parmakların,
O zaman vur dibine.

Küçük bir nota

Psyhke gibi pişman yeşil zeytinler bu gece.
Az konuştuğumdan mıdır bilinmez,
Yağan yağmurlar hep la minör.
Dişime değen sözlerim buharlaşsa saçlarımda,
Belki o zaman Heraklit aynı nehirde yıkanır yirmi beşinciye.

Sen içime içime büyüyen çocuk;
Benim sayıklamalarım senin kulağına mı ki
Bana sarhoşluk taslıyorsun?
Ben kedileri sevmem diye mi bu öfke?
Ah benim canımın canı;
Gel inat etme,
Gel kağıttan gemiler yapalım seninle,
Gel meydan okuyalım kahvesizliğe,
Gel uyumayalım üç gün üç gece.


 Kahve acı.

25 Şubat '11

Ankara'dan vazgeçişin hikayesidir bu bir şarkıyla ve birkaç resimle. Melankoli değil bu. Karmaşık ya da duygusal görünmeye çalışmak hiç değil.'Dün' gece yağmur yağıyordu ve ben ıslanmak istemiştim, hepsi bu! Cumanın insana verdiği rehavet, kaloriferin önüne minder koyup oturmanın insanda yarattığı tatlı sersemlik ve kahve...Evet, en önemlisi de kahveydi. Kahve içerek ne var ne yok diye göz gezdirirken resimlerin arasında ben, birden Ankara'da buldum kendimi. Güvenpark'ta sanki tekrar su dansı izliyor gibiydim. Sonra kulağıma kendini özgürce pazarlamaya çalışan umarsız fahişelerin sesleri doldu. 'Geceliği 50 lira' diyorlardı, hayatlarından memnunlardı. Ve birden sıcaklamaya başladım. Termometre 55 derece olmuştu. Sandaletlerim sanki yapışıyor gibi geldi Ankara asfaltına, oysaki ben kaloriferin dibinde ısınmaya çalışıyordum. Derken kendimi Ata Kulenin gölgesinde buldum. Bir nebze olsun serinlemiştim. Sonra susadım. Ama su çok pahalıydı! Ben de nefesimin buğusuyla idare ettim. Zaten idare etmek hiç de zor değildi. Artık bana her yer Ankara'ydı, yani her yer kurak . . Ve anladım ki bana bu kadar çöl yeterdi. Ben de artık yeşermeli, yeşillenmeliydim. Bir devrin hikayesi de böyle kapanıyordu. Çok yorulmuştum özlemekten. Yorgundum. Yorgunum.