Wednesday 15 April 2015

Gogol desem?



Duman karası
Yahut
Vişneçürüğü
Yahut
Fildişi
Yahut
Sandık sarısı bir acı çöreklendi içime,
Saatlerdir ağzıma kelime koymuyorum.

Martılara simit atınca geçer dedi biri sessizce,
Ya da tuzlu bir rüzgar esince.
Dedi-dedi-dedi,
Geçmedi.
Geçmiyor karasal iklim acıları,
Buralarda yaprak kıpırdamıyor.

Oysa en büyük acının,
Gogol’u cümle içinde kullanamayan bir kadın olmak olduğunu düşünürdüm.
İçim Gogol,
Ağzım Gogol,
Yaprak kıpırdamıyor.

Portakal yedim,
Konuşmadım-yedim.
Ellerim sarı-tırnaklarım sarı.
Aklım çocukluğumun atlıkarıncasına bindi
Dönüp duruyor.
Zeytin yeşili bir acı içimde,
Saatlerdir ağzıma kelime koymuyorum.
Portakal kabukları sobanın üstünde,
Aylardan Temmuz-kokmuyor.
Gogol dedim, noktayı koydum,
Geçmiyor.

Kafamın en içi



Ben:
‘Gizli işlenen günahların günah sayılmadığı bir gezegen varsa gidelim.’
O:
‘Hakk ile batını birbirinden ayırmak için bıçak mı gerekli?’


Ben:
‘Büyücek bir sıkıntı var içimde.’
O:
‘Akan gözyaşlarına saçlarını bastığındandır hep.’


Ben:
‘Kendime renkli bir rüya yaptım- kendi ellerimle.’
O:
‘Beni tanımaya maviden başla.’


Ben:
‘İstim tutmuş ellerimi hangi denizde yıkasam?’
O:
‘Güneş buralarda çok erken batıyor-belki güney.’


Ben:
‘Nevrim döndü elimden geneli ardıma koymaktan.’
O:
‘Susuyorsun, düşünmeyi Yunan filozoflarına bıraktığından beri.’
  

Ben:
‘Eserekli bir kadınım diye çığlık atsam ne olur?’
O:
‘Zeytin bahçeleri ve tütün tarlaları kadar.’


Ben:
‘Okuduklarımı değil, okumadıklarımı biliyorum.’
O:
‘Kapıyı kime çarpsan ardından uzun menzilli bir pencere açılıyor.’


Onlar:
‘Siz aslında,
İncir çekirdeğine çoktunuz, ağaç nafile.
Feroina’yı bile küstürdünüz.’


Hepimiz:
‘Elbet bir gün hayatı kanıksayacağız.’